Üç, iki, bir kayıt: Sinemada kadın

Üç, iki, bir kayıt: Sinemada kadın

İlgili konu

Sosyal yaşamın her alanında gördüğümüz ataerkil yaklaşım sinema sektöründe de karşımıza çıkıyor. Bu bakış açısına aracı olan kamera, kadını bir meta ve obje olarak gösteriyor.

Haber: Deniz Ogan - Selin Çetin

‘’Sinema, duygular, düşler ve içgüdü dünyalarını anlatmak için en iyi araçtır’’ der İspanyol yönetmen Luis Bunuel. Aslında sinema bir aynadır; görüşlerimizin, iç dünyamızın ya da toplumun yansımasıdır. Düşüncelerle yaratılır sinema. Sonra bu düşünceleri işler ve insanları yönlendirir. Kadın kavramı da bu aynaya basmakalıp rollerle yansır. Genellikle kadın beyazperdede; cinsel nesne ya da anne gibi rollerle temsil edilir. Medyanın oluşturduğu kadın algısı topluma benimsetilir, izleyici de bu mesajları bilmediğinden onları sorgulamadan alır ve kabul eder.

CİNSİYETÇİLİK NEDİR?

Vikipedi’de cinsiyetçilik, bir cinsiyetin diğerinden üstün olduğunu savunan görüş ve ideoloji olarak tanımlanıyor. Cinsiyetçilik genellikle kadını ve onun cinselliğini hedef alır. Bunun nedeni de erkek egemen toplumlarda hep kadınların baskı görmesidir. Dünyanın her yerinde kadına çocuk bakmak, kocasına iyi bir eş olmak, ev işlerinden sorumlu olmak gibi roller verilmiştir. Bütün medya ağlarında bu cinsiyetçi yaklaşımı görebiliriz.

CİNSİYETÇİLİĞE BAKIŞ AÇISI: MALE GAZE

Centre for Women in Television and Film internet sitesinde yayınlanan araştırmada 2016 yılının en çok hasılat yapan 100 filmi incelendi. Bu incelemeye göre, sinemada yer alan karakterlerin sadece yüzde 29’unu kadınlar temsil ediyor. En az bir kadın yönetmen ya da yazarın çalıştığı filmlerde yüzde 57 kadın oyuncu yer alırken, erkek yönetmen ve yazarların çalıştığı filmlerde yüzde 18 kadın oyuncu bulunuyor.

Özellikle erkek yönetmenlerin kadın yönetmenlerden daha fazla olması erkek bakış açısını beyazperdeye yansıtıyor. ‘Feminist film kuramı’na Laura Mulvey tarafından kazandırılan 'Male Gaze' kavramına göre, kamera erkeğin gözüyle görüyor. Bu bakış açısına aracı olan kamera, kadını bir meta ve obje olarak sergiliyor.

YEŞİLÇAM’DA KADIN TEMSİLİYETİ

Türkiye’deki sinema sektörünün de bu konuda adil davrandığı söylenemez. Yeşilçam’ın ilk dönemlerinden günümüze kadar ‘erkeğin her zaman kadından üstün olduğu’ mesajları topluma verildi. Kadına şiddet, tecavüz ve taciz gibi olaylar meşrulaştırıldı. Üstelik bu algılar kaybolmadığı gibi günümüz dizilerine de hala konu olmaya devam ediyor.

İlk çıktığı dönemlerde toplumun televizyona yönelik ilgisini  kullanarak reklamlarda ‘iyi eş’ ve ‘anne’ imgeleri işlenmeye başlandı. Bu algı sinema sektörüne de yansıdı ve zamanla toplumun köklerine işledi. Erkek ve kadın arasındaki ilişki odaklı filmlerde, ataerkil egemen ideoloji öne çıkarıldı. Kadına ilk olarak anne ve iyi eş gibi basmakalıp roller verildi. Zamanla bu rollere erotik biçimler kazandırılarak kadın vücudu metalaştırıldı. Ayrıca Yeşilçam’da başlayan ‘sarışın kadın kötü kadındır’ algısı günümüze kadar geldi.

1980’lerden sonra televizyonun gelişmesiyle ilgisini arttıran Türk sinemasında, iyi ve kötü kadınların farklı temsil edildiği filmler yerini bütün özellikleri taşıyan tek kadınlı filmlere bıraktı. Bu tür filmler kadının toplumsal konumuna ve ona yüklenen sorumluluklara dikkat çekmeye çalıştı.

1990’lı yıllarda sinemada nostalji ön plandaydı. Bu dönemde şarkıcı ya da manken olarak medyada ön planda olmayı başarmış kadınlar beyazperdede yer aldı. Filmlerde kadının sorunları sadece maddi açılardan ele alındı.  Ayrıca çekilen filmlerde geleneksel karakterler değil anti-kahramanlar ön plana çıkarıldı.

Günümüzde ise Türk filmlerinde kadın ‘postmodern kimliği’ ile karşımıza çıkmaktadır. Gelenekselden moderne, modernden geleneksele doğru geçişkenlik gösteren kadın temsili bu anlamda bir değişimi de gündeme taşımaktadır.

HOLLYWOOD’DA KADINLAR “ME TOO” DEDİ

Meydanın cinsiyetçi tutumu sadece verdiği mesajlarla kalmıyor. Medya sektöründe çalışan kadınlar da bu yaklaşımdan ve ayrımdan oldukça etkileniyor. Kadın hem kendi cinsiyetini aşağılayan bir rolü oynayarak toplumdaki cinsiyetçiliğe destek vermiş oluyor hem de oyunculuk süreci boyunca birçok zorbalığa katlanıyor. Bunun en çarpıcı örnekleri sinema sektörünün kalbi Hollywood’da karşımıza çıkıyor.

Hollywood’daki birçok kadın oyuncu kariyerlerin başından itibaren cinsel tacize maruz kaldıklarını söylüyor. ‘Paris'te Son Tango’ filmindeki cinsel taciz sahnesinin rol değil, gerçek olması da kadın oyuncu olmanın zorluklarını gözler önüne seriyor.

Geçtiğimiz aylarda sosyal medyada başlatılan “Ben de” (#metoo) etiketiyle bu skandalların son bulması için birçok kadın oyuncu bir araya geldi. Angeline Jolie, Gwyneth Paltrow gibi dünya yıldızları da Amerikalı yapımcı Harvey Weinstein tarafından tacize uğradıklarını açıkladılar.

#metoo

Harvey Weinstein’ın cinsel istismar skandallarından sonra ünlü oyuncu Alyssa Milano Twitter’da #metoo etiketi ile kendi hikayesini paylaştı. Bu cesur hareket diğer tacizkurbanlarına ilham verdi ve etiket sosyal medyada büyük bir protestoya dönüştü. 85 ülkede #metoo etiketiyle 1.7 milyon tweet atıldı.

ALTIN KÜRE SİYAHA BÜRÜNDÜ

Hollywood cinsel taciz skandallarına gelen tepkiler #metoo kampanyasıyla sınırlı kalmıyor. Film endüstrisinin en prestijli ödüllerinden biri olarak kabul edilen Altın Küre ödüllerinde de taciz skandalları protesto edildi. Birçok kadın oyuncu simsiyah elbiseleriyle kırmızı halıda yürüyerek cinsel tacize ve eşitsizliğe dikkat çekti. Protestoya katılanlar arasında 8 Altın Küre ödülüne sahip Meryl Streep ve Oprah Winfrey de yer aldı. Bazılarına göre ise bu protesto oldukça yetersizdi. Özellikle Kirk Douglas gibi ismi daha önce cinsel taciz olaylarına karışmış oyunculara ödül verilmesi tepki çekti. Sosyal medyadan gelen tepkiler ise oyuncuların törene katılmaması gerektiği yönündeydi.