Kadınların Umudu: İstanbul Sözleşmesi

Kadınların Umudu: İstanbul Sözleşmesi

İlgili konu

Kadına yönelik şiddetle mücadele kapsamında İstanbul Sözleşmesi son günlerin en çok tartışılan konuları arasında yer alıyor. Kadına şiddetin önlenmesini hedefleyen sözleşmenin feshi durumunda kadınların daha fazla şiddete uğrayacağı ve kadın cinayetlerinin artacağı ön görülüyor.

Haber: Cenk Ova

Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi amacıyla Avrupa Konseyi tarafından İstanbul’da imzalanan İstanbul Sözleşmesi'nden Türkiye’nin çekilme olasılığı tartışılıyor. Bu tartışmalar yapılırken kadın cinayetlerinin de her yıl giderek arttığı görülüyor. Sözleşmenin imzalandığı 2011 yılında kadın cinayetleri sayısı 121 iken 2020 yılının ilk sekiz ayında bu sayı 209 oldu. Resmi rakamlara göre sadece Türkiye'de 2011 Ocak- 2020 Ağustos ayı arasında 2916 kadın cinayet işlendi. Dünya genelinde de tablo vahim. Birleşmiş Milletler'in yayınladığı rapora göre 2017 yılında dünyada 87,000 kadın cinayeti işlendi. Bu cinayetlerin %58'i kurbanların tanıdıkları tarafından işlendi. Yani 2017 yılında her gün 137 kadın bir tanıdığı tarafından öldürüldü. Rapora göre, kadınlar için dünyanın en tehlikeli ülkesi her gün üç kadınının eşi tarafından öldürüldüğü Guatemala. Dünyada kadın cinayetleri sıralamasında Türkiye ise altıncı sırada yer alıyor.

İstanbul Sözleşmesi ile ilgili çalışmalar yürüten derneklerden Uçan Süpürge Vakfı gönüllüsü Ceren Kurt ve Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı’ndan sosyal çalışmacı Zuhal Güreli ile konu hakkında görüşler almak için bir görüşme gerçekleştirdim. Sözleşmenin hukuki boyutunu ise Hukukçu Avukat Hüsniye Kıvrak ile konuştuk.  Feminist kadın dernekleri Uçan Süpürge ve Mor Çatı derneği olası bir ayrılık durumunda kadınların uğrayacakları şiddet ve baskıların artarak devam edeceğini düşünüyor.  Kendileriyle sözleşmenin kadınlar için önemini ve ne gibi yararlar sağlayacağı konusunda fikirlerini dinlediğimiz bir söyleşi yaptık.

“Yaşamamızı Sağlıyor’’

“En başta yaşamamızı sağlıyor.” diyerek sözlerine başlayan Ceren Kurt şöyle devam ediyor. “Biliyorsunuz; İstanbul Sözleşmesi kadın erkek eşitsizliğinin, şiddetin ve kadınlara yönelik ayrımcılığın düzenlendiği uluslararası en kapsayıcı metin. Şiddet türlerinin detaylı bir şekilde ele alındığı bu sözleşme, şiddetle mücadele konusunda dört temel yolu işaret ediyor: önleme, koruma, kovuşturma ve politika. Şiddetle mücadele mekanizmasının örüldüğü bu sözleşme aynı zamanda bağımsız bir izleme mekanizmasına sahip. Kadına yönelik şiddetin insan hakları ihlali olarak kabul etmek, sözleşmenin taraf devletlere sorumluluk yükleyen yönünü oluşturmakta. Bu ihlalin gerçekleşmemesi için ise yol gösterici maddeler söz konusu. Buna ek olarak sadece şiddetin gerçekleşmesini önlemek değil; gerçekleştiği takdirde yeterince tepki göstermemek ve etkin soruşturma yapamamak taraf devleti sorumlu kılan noktalar arasında yer alıyor. Türkiye özelinde kadına yönelik şiddetin ve tacizin önlenemeyeceğine yönelik olumsuz tutumların temel sebebi, İstanbul Sözleşmesi’nin ve 6284 sayılı Kanun’un etkin bir şekilde uygulanmıyor olmasıdır. Sözleşme ve Kanun uygulandığı takdirde, şiddet gören kadınlar şiddet gördüğü eve geri yollanmayacak, koruma tedbirleri alınacak, etkin soruşturmalar yürütülecek ve caydırıcı cezalar olacaktır.”

Ceren Hanım’a 'Toplumsal Cinsiyet' kavramı hakkındaki düşüncelerini sormam üzerine “En başta belirtmek isterim ki; toplumsal cinsiyet ve toplumsal cinsiyet eşitliği kavramları biyolojik cinsiyetten bağımsız olarak tüm bireyler için kapsayıcı bir niteliğe sahiptir.  Toplumsal cinsiyet kavramı, bireyin atanmış cinsiyeti ile cinsel kimliğinin birbiriyle uyumlu olduğu varsayımına dayanarak, onlardan beklenen davranışları, kalıp rolleri ve yaşayış biçimlerini ifade eder. Toplumsal cinsiyet rolleri, içinde yaşanılan toplumdan etkilendiği için evrensel değildir; kültürden kültüre değişkenlik gösterebilir. Bireylerin toplum içerisinde farklılaşan rollerini, sosyal konumlarını, ekonomik ve politik güçlerini yansıtır ve aynı zamanda tüm bunları etkiler. Üstelik sözleşme sadece toplumsal cinsiyeti değil, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet kavramını da açıklamıştır: ‘Bir kadına karşı kadın olduğu için yöneltilen veya orantısız bir biçimde etkileyen şiddet’. Yani neredeyse her gün haberlerde duyduğumuz şiddet’’ diyor.

“Şiddetin Önüne Geçilemiyor”

İstanbul Sözleşmesi’nin sembolü haline gelen ve son zamanlarda sık duyduğumuz ‘’İstanbul Sözleşmesi Yaşatır’’ sloganının ne anlam ifade ettiğini, neden kadınların sürekli bu cümleyi üstüne basarak söylediklerini merak ettim. Kendilerine bu konu hakkındaki görüşlerini sordum. Ceren Kurt şunları söyledi: “Sözleşmede yer alan dört temel başlıktan ilki önlemeye yönelik; yani şiddet yaşanmadan önce yapılması gerekenler sıralanıyor. Bu konuda açık ve net bir şekilde başta devlet olmak üzere toplumdaki tüm kesimlere sorumluluk yüklenmiştir. Bu maddelerin faal bir şekilde hayata geçirilmesi ise şiddetin en aza indirilmesi ve sonlandırılmasını sağlayacaktır. İşte bu sebeplerden dolayı “İstanbul Sözleşmesi yaşatır!” diyoruz. Sözleşmenin 11 Mayıs 2011’de imzalanmasının ardından Türkiye’de kadına karşı şiddetle mücadele ana akım haline geldi ve o yıl şiddete karşı sıfır tolerans gösterileceğini işaret eden açıklamalarda bulunuldu. O yılki kadın cinayetlerinin diğer yıllara oranla daha az olması bu politikanın önemini göstermekte. Ancak ne yazık ki bu tutum sürekli hale getirilmedi. Halen kadına yönelik şiddet durumlarında ne yapacağını bilmeyen kolluk kuvvetleri, sağlık çalışanları, hukukçular vb. meslek elemanları var. Sözleşmede öngörülen koruma ve önleme tedbirlerinin uygulanmaması, başvurucuların haklarını ve kamudaki muhatapların yükümlülüklerini bilmemesi sebebiyle şiddetin önüne geçilemiyor. Eğer 2011 yılından beri bu sözleşme uygulanıyor olsaydı, Ayşe Paşalı, Münevver Karabulut, Emine Bulut ve binlerce kadın halen aramızda olabilecekti. Bizim de taraf olduğumuz bu sözleşmede belirtilen maddeler uygulanırsa, 6284 sayılı kanun etkin bir şekilde kullanılabilirse, kişiler haklarını savunmada ve yetkililere ulaşmada zorluk çekmezse kadınlar güvenle ve özgür bir şekilde yaşamlarını devam ettirebilecek. İşte bu yüzden, İstanbul Sözleşmesi yaşatır’’. 

"Şiddet Uygulayanlar Rahatsız Olabilir"

Feminist kimliğiyle ön plana çıkan bir diğer kadın derneği Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı'na da bu konuyla alakalı insanların merak ettikleri soruları yönelttik. Dernekte sosyal çalışmacı ve kadın hakları savunucusu Zuhal Güreli’ye ilk olarak bu sözleşmenin amaç ve kapsamının ne olduğunu sordum. Sözleşmenin birçok yasal metine dayanak oluşturduğunu belirten Güreli şunları söyledi: "Bugün pek çok kadının hayatını kurtaran 6284 sayılı yasanın dayanağı İstanbul Sözleşmesi’dir. Örnek vermek gerekirse, 6284 sayılı yasadaki şiddet tanımına daha önce var olan 4320 sayılı yasadan farklı ve fiziksel şiddete ek olarak cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddetin alınmasının sebebi doğrudan İstanbul Sözleşmesi’dir. Buna ek olarak 6284 sayılı kanunda, 4320 sayılı Kanun’a kıyasla yine İstanbul Sözleşmesi’nin bir karşılığı olarak şiddet uygulayanın yalnızca aileden biri olması gerekliliği kaldırılmış, şiddet uygulayan herkese karşı koruma ve tedbir kararı alınabileceği belirtiliyor. Israrlı takibe maruz kalan kadınlar 6284 sayılı yasada belirlenen tedbirlerden faydalanabiliyorsa bu doğrudan İstanbul Sözleşmesi’nin açık düzenlemesidir. 6284 sayılı yasadaki tüm maddelerin dayanağı ve sebebi İstanbul Sözleşmesi’ndeki düzenlemelerdir. İç mevzuatımızda hüküm bulunmayan durumlarda ise İstanbul Sözleşmesi’nin doğrudan uygulanma imkanı bulunuyor.’’  

İstanbul Sözleşmesi'nin geleneksel aile kavramını zedelediğini dolayısıyla topluma zarar verdiğini iddia edenler çevreler de var. Güreli'ye bu iddiaları sormam üzerine "Bu iddialar toplumsal cinsiyet eşitliğine aykırı, erkek egemen bir düzenin devam etmesini isteyenlere aittir kuşkusuz. Kadınların, çocukların ve LGBTİ+ bireylerin cinsiyetlerinden veya cinsel yönelimlerinden ötürü öldürülmedikleri veya şiddete maruz kalmadıkları bir dünya tahayyülünden ancak onlara şiddet uygulamayı seçenler rahatsız olabilir’’ ifadelerini kullandı.

Kanayan Yara: ‘’Kadına Şiddet’’

Son olarak bu konuyla alakalı hukuki çalışmalar yürüten kadın hakları savunucusu Hukukçu Hüsniye Kıvrak ile görüşerek kendisine İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılması durumunda hukuki sonuçların neler olacağını sorduk. Hüsniye Kıvrak; ‘’İstanbul Sözleşmesi'ne aykırılık halinde, toplumun ve kadınların olumsuz etkileneceği tartışmasızdır. Kadına şiddet ile kadın cinayetlerinin önüne geçilemeyeceği gibi taciz ve şiddet de giderek artacaktır. Anayasa maddesinin 90/5 uyarınca, İstanbul Sözleşmesi kanun hükmünde olup, bunun hakkında, Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamayacağı gibi İstanbul Sözleşmesi ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi halinde çıkabilecek uyuşmazlıklarda, İstanbul Sözleşmesi hükümleri esas alınacaktır. Anayasa’nın 11.maddesi uyarınca, İstanbul Sözleşmesi hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.’’ dedi.